Bizler, sorumluluklarımızı yerine getirme hususunda bahaneler üretiriz çoğu zaman.
Allah rızasını kazanmamızı gerektirecek işler hususunda tembellik yapar sonra da kendimize gerekçeler üretiriz…
Bazen sıcağı bahane ederiz, bazen soğuğu, bazen korkularımızı, işimizi, çoluk-çocuğumuzu…vb. Bahaneler üretmekte oldukça mahirizdir.
Kur’an-ı Kerim’de sudan bahanelerle Tebük seferinden geri kalan münâfıklar, "Allah Elçisinin açık emrine rağmen cihâddan geri kalıp evlerinde oturdukları için, epey sevindiler. Zaten mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihâd etmekten hiç hoşlanmıyor, birbirlerine, “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” diyorlardı. Onlara de ki: “Evet ama, cehennem ateşi çok daha sıcaktır! Keşke bunu kavrayabilselerdi!" (Tevbe, 9/81) şeklinde anlatılmaktadır.
Sen Allah ve Resûlünün emrine uymazsan cehennemin ateşi çok daha sıcak ve hararetlidir. Onunla karşı karşıya kalacaksın ve acıdır ki, cehennemin sıcağı dayanılacak bir sıcaklık değildir.
Müslümanların arasında Cedd b. Kays diye bir adam vardı. Ancak kalbindeki nifak hastalığını tedavi edememişti. Geliyor Hz. Peygambere (a.s.) ve diyor ki; "Yâ Muhammed! Ben nefisime düşkün bir adamım. İşittim ki Rum kadınları çok güzel olurmuş. Şimdi ben aylarca sürecek bir yolculuk için ailemden ayrılıp gitsem, korkuyorum ki nefsime uyup orada kadınların peşine düşerim, yanlış işler yaparım. O yüzden bana izin versen de geri kalsam, bana izin versen de, beni fitneye düşürmesen, bu yolculuğa/savaşa çıkmasam!" Görünüşte ne kadar makul bir gerekçe değil mi? Şeytanın insana sağdan yaklaştığı zamanlar vardır. İşte bu yaklaşım da onlardan biri.
"Allah'a andolsun, senden önceki ümmetlere de (Peygamberler) göndermişizdir. Fakat şeytan onlara işlerini süslü gösterdi de (İman etmediler). işte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır." (Nahl, 16/63)
Mesela, faizli bir alışveriş yapacaksa insan kendisini ikna etmek için fısıldamaya başlar:
"Yahu şimdi ben alacağım evi büyük, odası çok, geniş ve ferah olanından almasam, bu çocukların her birine müstakil bir oda tahsis edemem. Çocuklar derslerini rahat yapamazlar. Onun için büyük bir ev almam lazım. En iyisi kimselere minnet etmeden faizli kredi kullanayım. Şimdi ihtiyacım olan parayı gidip amcamdan, dayımdan, dostumdan vs. istesem, belki zamanında ödeyemeyeceğim, belki aramız da bozulacak, sebepsiz yere küslük olacak. En iyisi ben gidip kredi çekeyim."
Yapacağımız gayr-ı İslami işi meşru hale getirebilmek için önce ona kendimizi hazırlarız. O düşüncemizi zihnimizde süsleriz, makul ve meşru hale getirmek için çeşitli bahaneler üretir, kendimizi o işi helâlinden (!) yapmaya hazır hale getiririz. Şeytan da bu konuda bize ustaca yardım eder.
Bazı meşru kavramlarımız vardır. Onları kullanmayı da asla ihmal etmeyiz. Mesela; "Müslüman zengin olmalı, ne kadar islam düşmanı varsa onlar zenginlik sahibi olmuşlar, müslümanların ensesinde boza pişirmekteler. Biz de zengin olmalıyız. Ben şimdi biraz nufûzumu kullansam, biraz kendi adamlarımla, kendi yakınlarımla varlığımı kullansam, genişçe bir araziyi kapatsam, oraya şöyle lüks bir villa yapsam, hem islami hizmetlerde de kullanırız. Bunun ne sakıncası olacak. Allah yarattığı nimetleri kulunun üzerinde görmeyi sever." deriz.
Münafıklar da o gün öyle dediler. "Bu sıcakta sefere mi çıkılır? Ben nefsime düşkün bir adamım, orada güzel kadınlar varmış, gidip oralarda nefsime yenik düşmeyeyim, şeytan beni ayartmasın." vs.
Her şeyin gizlisini de, açığını da bilen Allah’tır (C.C.). "Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir." (Mümin,19) Gözlerin kötü niyetli bakışı”ndan maksat, bakılması helâl olmayan şeylere veya helâl olmayan şekilde, tarzda bakmak; 'kalplerin sakladıkları' ise insanın içinden benimsediği, ancak farklı sebeplerle eylem olarak dışa yansıtmadığı veya yansıtamadığı niyet ve düşünceleridir.
"Onlardan 'Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme' diyen de vardır. Bilesiniz ki onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem, kafirleri elbette kuşatacaktır." (Tevbe, 9/49)