Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmuştu: “Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgâr hangi taraftan eserse onu karşı tarafa yatırır. Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; sıkıntı ve musibetlere maruz kaldığında eğilir (ama yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik sedir ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman bir defada kökünden söküp devirir.” (Buhârî, Tevhîd, 31)
Hayat ikliminin her mevsimi bahar değildir. Sert rüzgârların estiği nice kışlar kuşatır insanı… Hayat yolculuğunun her adımı düz yolda atılmaz. Sarp yokuşların tırmanıldığı nice karanlık sokaklar görür insan… Hayattan hep saadet, hep rahat, hep sağlık beklemek mümkün olabilir mi? Maalesef hayır. Mutsuzluk da meşakkat de hastalık da insan içindir. Çünkü hayatın öbür adı sınavdır.
Ölümü ve hayatı, “kimin daha güzel işler yapacağını görmek için” yaratan Rabbimiz, zorluklarla başa çıkabilecek bir aklı ve sabredebilecek bir yüreği de beraberimize vererek bizi dünyaya göndermiştir. Kimse nerede ve ne zaman dünyaya geleceğine karar veremediği gibi, sınavının şekline de karar veremez. Kimi zaman evlatla, kimi zaman mal ya da sağlıkla sınanabiliriz. Depremle sarsılabilir, sele kapılabiliriz. Başarımız da başarısızlığımız da sınavımız olabilir. Dolayısıyla varlığın da yokluğun da birer imtihan biçimi olarak karşımıza çıktığı dünya hayatında farkındalığımız yüksek olmalıdır.
Farkındalık ile sınavda olduğunun bilincinde olmayı kastediyoruz. Sınanmak demek çoğunlukla sıkıntı, stres, yorgunluk, emek hatta gözyaşına hazır olmak demektir. Acılar en az hayatın tatları kadar değerlidir. Acı yaşarken içine dönmek, varoluş sebebini hatırlamak, bu ulvi sebep uğruna biraz daha büyümek ise insana has bir erdemdir.
O halde hayat hep gülen bir yüzle karşımıza çıkmayacaktır. Yorduğu ve yıprattığı, zorladığı ve hırpaladığı zamanlar olacaktır. Ama Sevgili Peygamberimizin de ifade ettiği gibi, bu rüzgâr misali savuran zamanlar geçicidir. Elbet eğiliriz ama inancımız sayesinde yıkılmayız. Fırtına dindiğinde doğrulur, yaşama devam edecek ümidi ve gücü yine inancımızdan alırız.
Müminin Allah’a karşı duyduğu muhabbet, teslimiyet ve tevekkül gibi duygular, onun her hâl ve şartta Allah’ın varlığını ve desteğini yüreğinde hissetmesini sağlar. İmtihan ne kadar ağır olursa olsun bir gün atlatılacağına dair müminin yüreğinde güçlü bir inanç vardır. Bu kesintisiz enerji kaynağının adı imandır. Musibetler karşısında mümince duruşun formu ise “Bu da geçer yâhû” cümlesidir. Metanetle, sekinetle, gayretle, el ele, rüzgârın dinmesini beklemek ve yeniden başını göğe kaldırmak…
Bu hâl size de Filistinli kardeşlerimizi hatırlatmadı mı?
“Bu sınav elbet bitecek ama bu topraklarda müminlerin sesi asla dinmeyecek” diyen, aylardır savaşa direnen kardeşlerimiz aklınıza gelmedi mi?
Onları dinlerken, “Bu nasıl bir imandır, bu nasıl bir kararlılıktır ve bu nice bir sabırdır!” demediniz mi?
Karşılarına dikilmiş kan kusan yedi düvelin yenilmez olduğu zannedile dursun, onlar “kuşkusuz bu sedir ağacı bir gün kökünden devrilecek” diye haykırmıyor mu?
Ve insanlık onların yıllardır taze bir başak misali eğilip doğrulmasını izlemiyor mu?
İmanları, cesaretleri ve Allah’ın inayeti ile bugüne geldiler. Bizler inanıyor ve dualarımızla teyit ediyoruz ki, zulmün devrilmesi yakındır; bâtıl yok olmaya mahkûmdur. Ama onlar asla yıkılıp yok olmayacaklar…