İslam’ın ilk geldiği dönemlerde Hz. Muhammed (sas) ve ona inanan arkadaşları çok zulümlerle karşılaştılar. Suçları ise, Allah ve O’nun çağrısına kulak vermekti.
Allah mesajında kısaca, insanlığı canlandırmak, hak ve adaletin yerleşik olduğu, renk ve ırk ayrımının olmadığı bir hayatı topluma kazandırmak, bir de inanç noktasında ahenk ve düzen içerisinde kâinatı yaratan ve yönetenin Allah olduğunu ve sadece O’na kulluk edilmesini öğretmektir.
Bu mesajı anlatan Hz. Muhammed (sas) ve ona inanan müminler, aklın ve vicdanın kabul etmeyeceği her türlü hakarete ve zulme maruz kaldılar.
Neden bu tepkiyle karşılaştılar? Çünkü güçlünün her zaman haklı olduğu, azınlıktan oluşan belli bir kesim lüks ve şatafat içerisinde yaşarken çoğunluğu oluşturan garibanların köle olarak kullanıldığı, ırk ve kabileciliğin yaygın olması nedeniyle çıkan savaşlarda çocuklar ve masumların hayatlarının hiçe sayıldığı ve bu düzenden beslenen aç gözlü bir kesimin yönettiği dünya vardı.
Hz. Muhammed (sas), zulmün hâkim olduğu bu dünyayı değiştirip, adı “Barış” olan İslam’a ve “Güvenilen ve “Güven veren” anlamında “Mü’min” olmaya insanlığı davet edince, kan ve zulümden beslenen gözü dönmüşler karşı çıktılar, Hz. Muhammed (sas)’e ve arkadaşlarına her türlü kötülüğü reva gördüler ve sonunda yurtlarını terk edip Medine şehrine hicrete zorlanmışlardı.
Hz. Muhammed (sas) ve arkadaşları çok acı çektiler. Yaşadıkları acıları Kur’an detaylı anlatmıyor ancak, çektikleri acıları anlatan bir ayet vardır ki, okuyan hem yaşadıkları acıları anlar hem de Allah’a olan güven ve teslimiyetlerinin ne kadar güçlü olduğunu görür. Bu yüzdendir ki Allah, terk etmek zorunda kaldıkları Mekke’yi onlara tekrar vatan kılmıştır.
Kur’an şöyle nakleder;
“Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 214)
Allah (cc), “Yoksa sizden…” ifadesiyle, Peygamber sonrası gelen insanlara sesleniyor. Kötülerin her dönemde boş durmayacağını ve bunların eziyetlerinden iyilerin canının acıyacağını bildiriyor. Nitekim yaşananlar da Allah’ın sözünün ne kadar doğru olduğunun kanıtıdır.
Filistin’de yaşanan zulmü, bu güne kadar dünya görmemiştir. Medenileşme yolunda gösterilen çabaların içinin boş olduğunu gördük. Şunun da altını çizmek gerekir, istisnalar hariç halklar yönetenlere karşın daha insani duruş sergiliyorlar. Neredeyse bütün ülke halkları mazlum Filistin çocuklarının yanında dururken, bakıldığında adam sanılan etkin ve yetkililerin terörist İsrail’in yanında durduklarını hayretle izliyoruz.
Filistin’de yaşanan vahşet, sözün bittiği yerdir. Binlerce çocuk enkazın altına diri diri gömüldüler, milyonlarcası da aç susuz, evsiz yoksulluk içinde nefes alıyorlar. Bizden öncekilerin çektiklerinin kat kat fazlasını çekiyorlar.
Dünyayı yönetenlerde insanlık bitmiştir. Hz. Muhammed (sas)’in değiştirmeye çalıştığı çağdaki düzen gibi günümüzde de bir kısım varlık içinde yüzerken, bir kısmı açlıktan ölüyor. Çöplere atılanlar muhtaçlara ulaştırılsa açlıktan ölümler son bulacakken, çöplere atılanlar bile o insanlara reva görülmüyor. Bu da yetmemiş gibi masum çocuklar hunharca katlediliyor ve bu katliama destek veriliyor. Bugünün Firavunları, Kur’an’ın kötü insan örneği olarak sunduğu tarihteki Firavun, Karun ve Ebu Leheb’i kötülükte geçmişlerdir.
I. ve II. dünya başta olmak üzere milyonlarca masum insanların ölümüne sebep olan savaşlarda müminlerin parmağı yoktur. Ama gel gör ki, o denli algı ve çarpıtan propaganda yapılıyor ve birçok insanının da buna kanması sağlanıyor ki, atom bombasıyla Hiroşima’da canlı bırakmayan, zorbalıkla evlerini enlerinden alıp ülkeyi istila eden, hastane ve okulu bombalayarak küçücük çocukları katletmeden çekinmeyenlerin vahşetleri örtbas ediliyor. Buna karşılık da kendi kurdukları örgütlerin yaptıkları terör eylemlerini Müslümanlara mal edip Müslümanları şiddet yanlısı olarak lanse edebiliyorlar. Bilgin’in kirlendiği dünyada temiz insan yetişmez. Bütün semavi dinler, insanlara insanlığı öğretmek için Allah’ın gönderdiği rehberdir. Hz Muhammed, Hz. İsa, Hz. Musa ve diğer peygamberler, hep saldırılara karşı savunmak için savaşmak zorunda kalmışlar, başlatan olmamışlardır. Zulüm ve katliam işleyenin dini olmaz, bunu yapanlara bir din aranıyorsa o dinin adı, kan ve gözyaşından beslenenlerin ilah olduğu terörist dinidir.
Diğer taraftan, Filistinli kardeşlerimize reva görülen bu zulümler ve katliamlar karşısında Müslümanların duruşunu da konuşmak gerekir.
“Allah’ım! Yardımın ne zaman gelecek? Demeye yüzümüz var mı yok mu? Hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmemiz lazımdır.
Türkiye’de yıllardan beri bir avuç satılmış tarafından, yine bir avuç satılmışların ihanetini genelleştirilerek bütün Arapların Türk düşmanı olduğu yaygarası yapıldı. Eş zamanlı olarak Arap ülkelerinde de Osmanlı üzerinden asılsız iftiralarla Türkiye düşmanlığı propagandası yaptılar. Omuz omuza yaşamış kardeş halkları birbirine kışkırtanların neye hizmet ettikleri, ekilen nefret tohumlarının kimlere yaradığı şimdi daha iyi anlaşıldı sanırım.
Bununla da kalmadılar, Çanakkale ve diğer muharebelerde, ülkemizi istila eden düşmanlara karşı yan yana savaşıp bu toprakları bizlere emanet eden ataların çocuklarını da birbirine düşürdüler. Malum terör örgütü kuruluncaya kadar bu topraklarda Türk-Kürt ayrımı yoktu. Aynı dinin ve toprağın milletini birbirine düşman etmeye çalıştılar. Kurdukları terör örgütünün silah ve mühimmatını tedarik ederek on binlerce askerimizi ve polisimizi şehit ettirdiler. Kendileri teknoloji, fabrika ve savunma alanlarında yatırım yaparken, bizim milli gelirin büyük kısmı maalesef terörle mücadeleye harcandı.
Bütün bunlardan iyi dersler çıkarıp, bizi biz yapan değerlerimize tekrardan sarılıp birliğimizi ve kardeşliğimizi daha güçlendirmeliyiz ve al bayrağımızın altında güçlü bir millet olmaktan başka çıkar yolu olmadığını unutmamalıyız. Hz. Muhammed (sas)’in davet ettiği barış dinine samimiyetle sarılarak, dili, dini ve ırkı ne olursa olsun bütün insanların barış içerisinde yaşadığı bir dünya inşa etme yolunda gayret edip, kötülere boş alan bırakmamalıyız.
İşte o zaman;
“Allah’ım! Yardımın ne zaman gelecek?” dediğimizde;
“Allah’ın yardımı yakındır.” müjdesine Allah’ın izniyle nail olacağız.
Bizi Allah yarattı, hayatımızı idame ettirebilmemiz için gerekli her şeyi de bizlere Allah bahşediyor. Dolayısıyla güçlü olmanın yöntemini de O öğretiyor:
“Hep birlikte Allah’ın ipi Kur’an’a sarılın, parçalanmayın! Bu sayede birbirinize kenetlenir, çukura düşmekten korunursunuz.” (Al-i İmran, 103
Allah, en iyi bilendir.