İnsanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.s.) şöyle buyurmuştu:
“İnsanlar, aralarında bir günah işlendiğini görüp bunu engellemeye güçleri yettiği hâlde engellemedikleri zaman, Allah’ın hepsini kapsayan bir azap gönderme ihtimali vardır.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17)
Hayatın kodlarında iyilik hâkimdir. “el-Berr” ism-i şerifinin sahibi olan Rabbimiz, iyiliği var eden, sonsuz iyilik kaynağı olan, kulları için iyiliği isteyendir. O, insanı iyiye eğilimli bir fıtratla yaratmıştır. Bu fıtrat, kötülüğü görünce rahatsız olan bir vicdan mekanizmasıyla da desteklenmiştir. Kısacası insanın hamuru hem kendi söz ve davranışları hem de çevresinde olup bitenler hakkında iyiliği tercih edecek bir nitelikte mayalanmıştır. Cenab-ı Hakk’ın bu takdiri, yaşamımızı ve dünyanın gidişatını şekillendirmede iyiliğe öncelik vermemizi kolaylaştırır aslında.
Kötülük ise bütün geçiciliği ve karanlığıyla hayatımıza uğrayan bir bulut gibidir. Biliriz geçicidir, görürüz karanlıktır ama er ya da geç güneş doğacaktır. Kötülüğe yatırım yapanlar kaybetmeye mahkûmdur. Kötülükten medet umanlar zavallıdır. Hamurunda iyilik olduğu hâlde bunu değere dönüştüremeyenler iflastadır. Vicdanının sesine kulaklarını tıkayanlar yalnızdır.
Kötülüğün yayılarak toplumu etkisi altına alması, onun ilk belirdiği andan itibaren görmezden gelinmesiyle yakından ilişkilidir. Hukuken ve ahlâken kötü olduğu, yanlış, çirkin ya da yasak olduğu bilinen bir iş, insanların umursamazlığı sayesinde yeryüzünde yayılır. Kötülüğe eliyle ve diliyle engel olmayan, kötüye bir nefret bile beslemeyen izleyiciler, onu gizliden destekliyor gibidir. Böyle bir aymazlığın nihayetinde, yangın hepsini saracaktır. Oysa kötülük ateşinin üstüne iyilik suyu ne kadar hızla dökülürse yangın o kadar çabuk kontrol altına alınır ve söner.
İyi ile kötünün mücadelesi dünya durdukça devam edecektir. Bu değişmez gerçek bazen zihnimizde, bazen ilişkilerimizde bazen de kıtalar ötesi coğrafyalarda karşımıza çıkar. Bir karar alırken, bir plan yaparken, bir iş kurarken ya da bir taraf tutarken kendimizi bir anda bu mücadelenin içinde buluruz. İşte o kritik anda iyiliği mi kötülüğü mü beslediğimize dair hesap vereceğimiz bir yüce mahkeme ahirette bizi beklemektedir. Aklı ve tecrübesi, bedensel gücü ve yetenekleri, duygusal ve manevi donanımları yeterli olduğu halde kötülüğe dur demeyen, hatta bütün bu imkânlarını kötülük için seferber eden kimsenin vay haline!
Dünyanın görüp geçirdiği en büyük kötülüklerden biriyle karşı karşıyayız. Gazze’de bir soykırım yaşanıyor. Dünya sakinleri, iyiliğin mi yoksa zulmün mü yanında duracaklarına karar vermek zorunda oldukları bir yol ayrımına geldi.
Her bir fert, elindeki imkânlar neye ve ne kadar elveriyorsa öyle ve o nispette kötülükle mücadele etmek zorunda bugün. Malı, canı, ırzı, nesli ve dini saldırı altında olan, bütün değerleri ve varlık sebepleri hunharca çiğnenen Filistinlilerin yaşadıklarından daha büyük kötülük olabilir mi? O halde hepimiz bütün benliğimizle bu kötülüğün karşısında yer almalıyız bugün. Gittikçe büyüyen yangının sönmesi için su taşımalıyız; dualarımızla, şiirlerimizle, ezgilerimizle, konferanslarımızla, vaazlarımızla, sloganlarımızla, resimlerimizle ve maddi tercihlerimizle…
Bu kara bulutun altında topluca boğulmak istemiyorsak kötülüğe müdahale edelim.
Kötülük elbet sona erecek. Zulüm elbet zeval bulacak. Yeter ki biz inanalım.